Monday, September 21, 2015

6. Gün, Hiroshima

Kyoto'dan ayrıldıktan sonra hemen yola koyuluyoruz. Malum, yolumuz uzun. Hiroshima'ya yaklaşık 300 kilometre var. Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyor. Bu nedenle en erken gece 11'de Hirsohima'da olmayı ümid ediyoruz. Herhangi bir otel rezervasyonumuz yok. Gittiğimiz yerde, ya da çok gecikirsek yol üstünde bir yerde konaklayacağız.

Planladığımız gibi gece 23:30'da ulaşıyoruz Hiroshima'ya. İlk bulduğumuz otelde yer olmadığı için tekrar otel aramaya koyuluyoruz. Belki de yer olmaması bizim adımıza daha iyi olmuş. Daha merkezde olan ve daha büyük bir otele giriyoruz. Onlar da yer olmadığını söylüyorlar. Bütçemizi aşacağını düşündükleri için de Kral Dairesi'nden hiç sözetmediler. Biraz daha boş oda konusunda ısrarcı olmam üzerine, yalnızca Kral Dairelerinde boşluk olduğunu söylediler. Çok yorulduğumuz ve başka otellere bakmak istemediğimiz için kabul ettik. Bu esnada resepsiyondakilerle ilk ben görüşmüştüm. Kral Dairesi ve 30.000 yenlik ücreti kabul ettikten sonra motorsikleti otelin park yerine park etmek üzere çıktım. O esnada eşim resepsiyonda çantaları bekliyordu. Geldiğimde ise yüzü gülüyordu. 16.000 Yen'e indirmişler fiyatı. Oda değişikliği olmadan fiyatın bir anda yarıya inmesi bizi sevindirdi. Halbuki ben 30.000 yenlik fiyatı kabul etmiştim. Kabul ettikten sonra neden indirim yapma ihtiyacı hissettiler anlamadım. Bizde olsa "gömdük fiyatı nasıl olsa" der, devam ederlerdi. Ama sanırım anladığım kadarıyla motorsikletle paspal bir şekilde otele girdiğimizde seçici davranarak, çok da kalmamızı istemediklerinden ötürü (evet, müşteri seçebiliyorlar bazen) fiyatı yüksek söylediler. Kral Dairesine bile razı olduktan sonra, müşteri profiliyle ilgili çekinceleri geçti ve daha sonra odanın "gerçek" fiyatını söylediler. Japonlar, her durumda güven ve huzuru tercih ediyorlar. Anladığım kadarıyla huzur ve güvene yönelik bir tehdit idik gece saat 00:00'da motorsikletle ve kasklarla gelen iki insan olarak... Otele yerleştik ve ertesi sabah erkenden Hiroşima barış anıtını görmek üzere otelden ayrıldık.

Japonya'da en çok merak ettiğimiz yerlerden birisiydi Hiroshima. Herkesin bildiği, o insanlık utancı olan, 2. Dünya savaşınında ve dünya tarihinde ilk ve son (şimdilik) olarak savaşta atom bombası kullanılan yer. Hiroshima ilk hedef kabul edilmiş Amerikan ordusunca... Little Boy (küçük çocuk) ismindeki ilk bomba Hiroshima'ya atılmış. Sonrasında ikinci ve 5 kat daha etkili olan Fat Boy (şişman çocuk) ismindeki bomba Nagasaki'ye atılmış. İlginç olan şu ki, Hiroshima'da daha fazla insan ölmüş. Hiroshima o dönemlerde şehirleşmesi henüz tamamlanmamış bir liman kentiymiş. Japon usülü, çoğunlukla ahşaptan yapılmış binalardan oluşan bir liman kenti... Daha dayanıksız ve daha kalabalık bir şehir. Bu nedenle Hiroshima'ya atılan bomba daha fazla insanın ölmesine neden olmuş.

Bize hep anlatılırdı Japonların daha ilkokul birinci sınıf öğrencilerini dahi Hiroshima'ya götürerek "bir daha böyle bir olayı yaşamamak için çok çalışmamız gerekiyor" denilerek hem milli bilinç, hem de çalışkanlık telkini yapıldığı... Tıpkı bizdeki Çanakkale ziyaretleri gibi... Velhasıl, Çanakkale'ye gittiğimizde anıtlardan şehitliklere, müzelerden bayırlara, topçu bataryalarından mevzilere kadar çok geniş bir alana yayılmış canlı bir açık hava müzesi var. Hiroshima'da da benzer bir manzarayla karşılaşacağımızı düşünürken, Hiroşima Barış Anıtı olarak sadece bombalamada hasar görmüş bir binayı karşımızda bulmak beni şaşırttı. Aslında Japonlarla biraz empati yaptık. Gerçekten dünya çapındaki büyük bir trajediden bahsediyoruz. Hiroshima halkı açısından düşünecek olursak, şehrin merkezinde, daha büyük bir anıt olsaydı, her gün bunu hatırlayarak yaşamak ve üzülmek zorunda kalacaklardı. Sanki bu nedenle "olan olmuş, kalan sağlar bizimdir" diyerek yollarına devam etmişler ve en azından tamamen unutulmaması için de böylesine küçük bir anıt bırakarak, maziye saygı duymak istemişler.

Hiroshima Peace Memorial Museum olarak bahsedilen yer, böylesine ufak bir yer. Burada yabancılardan ziyade Japonları görüyoruz. Hepsi hüzünlü... Çoğunlukla da geçerken 5 dakikalarını saygı duruşu/dua gibi bir merasime ayırıyorlar. Çevrede ağlamaklı ve hatta hüngür hüngür ağlayan Japonlara denk geliyoruz. O nedenle bizim de neşemiz biraz kaçıyor açıkçası...

Zannedilenin aksine, atom bombası yere düştüğünde patlayan bir bomba değilmiş. Yere düşmeden, yerden yüksek bir noktada patlıyor ve etrafa en büyük zararı, oluşturduğu yıkımdan ziyade, yaydığı yüksek ısı ve radyasyon. Öyle bir ısı ki, evlerin çatılarındaki kiremitler dahi erimiş. Burada, köşelere konulmuş eriyik kiremit ve tuğlaları görebilirsiniz. Zaten anıt olarak bırakılmış bu bina da (hastane), atom bombasının etkisini çok net gösteriyor. Yıkımdan ziyade, çatıları dahi eriten bir sıcaklık oluşmuş. Bombanın atıldığı ilk gün, açıkta kalan tüm insanlar, bu cehennem sıcağında yanarak ölmüşler. Evlerin içinde olanlar da ısıdan etkilenmiş ve ölmüşler. Ancak bodrum katındakiler ve patlama alanının periferisinde kalanlar hayatta kalabilmiş ilk gün. Onlar da yayılan radyasyon nedeniyle, doku bozulması sonucunda, kimi kan kusarak, kimi de sindirim sistemi rahatsızlıklarıyla ilerleyen ilk haftada ölmüşler. Hayatta kalan görgü tanıkları da var. Onların hikayelerini bu müzede bulabilmek mümkün.

Hiroshima, Japonya'da batıdaki en uç noktamız. Buradan sonra tekrar Tokyo'ya, doğuya dönüş başlıyor. Fakat bir farkla; güneydeki adalar üzerinden Osaka'ya gideceğiz ve oradan yine güneyden Yokohama üzerinden devam ederek Tokyo'ya ulaşacağız.

Hiroshima'dan ayrıldıktan sonra adalara geçişte kullanılan, dünyanın en uzun çift katlı köprülerine geliyoruz. Haritadan da anlaşılacağı üzere, burası yaklaşık 10 köprüden oluşan bir geçiş. Köprülerde geçen süre, ortalama 20 dakika. Mükemmel bir manzara var. Bir tarafta okyanus, diğer tarafta Japon iç denizi var. Varış noktamız ise Marugame şehri. Burada da Marugame kalesi ziyaret etmeyi planlıyoruz. Köprüleri iki katlı yapmışlar. Alt katta demiryolu, üst katta ise karayolu mevcut. Tasarım ve mimari açısından, askı kuleleri ve kedi halatları ile bir nebze olsun bize Boğaz ve FSM köprülerini andırdı. Fakat uzunluk olarak muazzam bir köprü serisi... Daha büyüğünü görmedim. Bir gün yolumuz San Francisco'daki Golden Bridge'e düşecek olursa, o zaman tekrar bir kıyas yapacağım.

Köprüleri geçtikten hemen sonra güneydeki adalarda ilk durağımız olan Marugame'ye geliyoruz. Burada konaklamak için hazırlıklarımızı yapıyoruz. Daha sonra bir şehir turu yapıyoruz. Akşam hava daha henüz kararmış olmasına rağmen, koskoca sokakları bomboş görünce biraz ürperiyoruz. Caddelerdeki görüntü tam olarak "I am Legend" filmindeki gibi, karantinaya alınmış ve sonrasında kimselerin kalmadığı bir Manhattan şehrini andırıyor. Eğer bir kıyamet filmi çekilecekse, bence bu şehir akşam saatinde en uygun film seti olur. Bomboş caddelerde gezindikten sonra biraz da ürperdikten sonra, bir market buluyoruz. Yiyecek birşeyler için alışveriş yaparken hep merak ettiğimiz bir tabelayla karşılaşıyoruz. "Pachinko & Slot". Hep uzaktan görüp de gitmediğimiz bir tebala bu. Marketin alt katına giden merdivenden iniyoruz ve ışıklarla dolu, capcanlı, gürültülü mü gürültülü, bir atari salonunu andıran mekana giriyoruz. Meğer "Pachinko & Slot" bir kumarhane Frenchising'i imiş. Girdiğimiz yer de bir kumarhane... Sokaklarda kimseyi bulamazken, burası tam aksine insan kaynıyor. Sanki şehrin tüm insanları, bugün tüm slot makineleri 1'e 10 kazandırıyormuşçasına buraya akın etmiş gibi... Çok şaşırıyoruz. Bilmeden bir kumarhaneye girmiş olmanın verdiği şaşkınlıkla biraz dolandıktan sonra hemen çıkışa yöneliyoruz. Zira, kumarhane kültürümüz hiç yok, nasıl davranılması gerektiğini ve kendine özgü kurallarını bilmediğimiz için, yanlış birşey yapmamak adına (ki yanımızda koca koca fotoğraf makinelerimiz var, çoğu kumarhanede foto yasaktır) hızlıca çıkışa yönelip ayrılıyoruz. Zaten etrafta Samurai modunda dolaşan, ajan/güvenlik görevlisi kulaklıklarıyla ortalığı kolaçan eden insanlar görünce, kumarhaneyi bir anda teğet geçmemiz gerektiğini düşünüyor ve uzaklaşıyoruz. Sonra tekrar kalacağımız yere gidiyor ve yarın Marugame kalesini gezmek üzere istarahatimize başlıyoruz.

Monday, September 14, 2015

5. Gün, Eski Başkent Kyoto

Kyoto'ya geç saatte ulaştığımız ve sabahtan beri toplamda 600 KM yol yaptığımız için, hemen yorgunluğumuzu atmak üzere bir otel arıyoruz. Kyoto'nun tüm eğlence, alışveriş ve eski kültürünü bulabileceğimiz Gion'a yakın bir yerde bir otel buluyoruz ve ücretine bakmadan otele yerleşiyoruz. Eşyalarımızı odaya çıkarıp, bir duş alarak rahatladıktan sonra Gion gecesini görmek üzere, yorgunluğumuza pek de aldırış etmeden dışarı çıkıyoruz.

Yeri gelmişken, Kyoto, kelime olarak Kyo ve To kelimelerinden oluşuyor. Anlama ise "Baş Kent". Burası, Japonya'nın eski başkenti. Yeni başkent ise To-Kyo. Yani kent-baş... Japonlar çok ilginç insanlar... Şehirlerine isim verirken de eski başkentin ismini yine aynen korumuşlar ve Kyo-to'daki kelimelerin yerlerini değiştirerek To-kyo yapmışlar. Japonların bu yaklaşımlarını biz Türkler kolay kolay anlayamayız.

Japonya'da Kyoto ne ise, Türkiye'de İstanbul da kültürel anlamda o. Ha keza, Tokyo ne ise, Ankara da kültürel anlamda o. Japonya'nın eski kültürüne ait ne varsa, tapınaklardan şehir yaşamına kadar herşeyi Kyoto'da bulmanız mümkün. Tokyo'da göremediğimiz Japon kültürünü ve şehir hayatını Kyoto'da hemen her yerde bulabiliyoruz.

Gion'da biraz dolandıktan sonra, dükkanların da kapanmış olması nedeniyle gece gezintimizi fazla uzatmadan tekrar otelimize dönüyor ve ertesi sabah bu Tapınaklar kentini gezmek üzere uyuyoruz.

Sabah motorsikletimizi de alarak otelden ayrılıyoruz. İlk durağımız döviz bürosu. Japonya'ya ilk geldiğimiz gün Tokyo'da bozdurduğumuz 800 dolar, seyahatimizin 5. gününde bitmek üzere. Fellik fellik döviz bürosu arıyoruz. Google Maps'ta belirtilen noktalara gidiyoruz ama döviz bürosunu bulamıyoruz. Neden fellik fellik döviz bürosu arıyoruz? Çünkü Japonya'da cebinizdeki doların hiçbir ehemmiyeti yok. Hiçbir yerde Yen haricinde para kabul edilmiyor. Kendi paralarına bu kadar çok ehemmiyet veren bir başka millet görmedim. Doları da ancak bankalar veya döviz bürolarından, pasaportunuz ile bozdurabiliyorsunuz. Japonya'daki seyahatimizi zorlaştıran en önemleri etmenlerin başında bu döviz sıkıntısı geliyor. Zira bankalarda döviz bozdurma işlemi hem uzun sürüyor, hem de öyle bir anda dövizinizi bozduramıyorsunuz. Pasaport başına limit 400 dolar. İşlem ise en az 1 saat sürüyor. Hem de doları %20 daha ucuza bozduruyorsunuz. Türkiye'den bozdurarak gitseniz, daha kârlı çıkabilirsiniz. Döviz bürolarını bulmak ise neredeyse imkansız. Şehrin bir ucundan bir ucuna gitmek zorunda kalabilirsiniz ya da bulunduğunuz kentte döviz bürosu hiç olmayabilir. Çok şükür altımızda motorsikletimiz olduğu için, döviz bürosunu araya araya buluyoruz. Ufacık bir pasajın içinde, küçücük bir dükkanın döviz bürosu olduğunu görüyoruz. Ama sora sora Bağdat bulunuyorsa, sora sora döviz bürosu da bulunabiliyor. 400'er dolar, toplamda 800 dolar bozdurarak, seyahatimizin geriye kalanında ihtiyacımız olan Yen'leri cüzdanımıza yerleştiriyoruz.

Daha sonra Gion'un hemen içinde olan tapınağa gidiyoruz. Bu tapınak çok geniş bir yerleşkeye kurulmuş. Bir yapıdan diğerine geçiyorsunuz. Labirent gibi... Bir ara yön içgüdüm çok kuvvetli olmasına rağmen beynim mavi ekran verdi burada gezinirken. Nereden girdiğimiz, nereden çıktığımız belli değil. Koridorlardan geçiyoruz, salonlara giriyor, bir bahçeye çıkıyoruz derken bildiğiniz kaybolduk diyebilirim. Velhasıl, bu güzellikleri ve dinginliği gördükten sonra, beyin mavi ekran verse de çok sorun olmadı.
Tapınak aynı zamanda bir kültür merkezi gibi çalışıyor ve burada dua etmek isteyenler bir salona giriyor, arkadaşlarıyla muhabbet etmek isteyenler başka bir salonda... Kanji (Japon hat sanatı) çalışmak isteyenler için, kağıt üzerindeki silik çizgileri takip ederek Kanji yazabilecekleri yerler de var. Burayı da doya doya gezdikten sonra, eski bir Japon mahallesini görmek üzere yola koyuluyoruz.

Bu mahalle aynı zamanda yine bir tapınağın hemen yanında konuşlandırılmış. Dar sokak aralarından, tek kişinin geçebileceği büyüklükteki geçitlerden geçerek avlulara, küçük bahçelere, dükkanlara ulaşıyoruz. Çok ilginç bir şekilde, dükkanlar arasında bir Pizzacı buluyoruz. Japonya'da pizzaya pek alışık değiliz. Japon yemeklerini de pek afiyetle yiyebildiğimiz söylenemez. Bu nedenle Pizzacıyı görür görmez dalıyoruz. Güzelce birer orta boy vejeteryan pizzamızı Japon'ların acı Wasabi sosuyla afiyetle yiyoruz ve Himeji'ye doğru yola koyulmak üzere motorsikletimizin yanına gidiyoruz ve yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Yaklaşık 150 KM'lik bir yolculuk sonrasında Himeji'ye ulaşıyoruz. Himeji, Himeji Kalesi ile ünlü bir kent. Kendi halinde, orta ölçekli bir kent. Merkezine yakın bir yerde beyaz ve heybetli duruşuyla Himeji Kalesi var. Daha önceki Matsumoto Kalesi'nde olduğu gibi, çevresi çok büyük ve geniş bir hendek ile çevrili kalenin...
Yine her hendekte olduğu gibi, bu hendekte de tonla büyük sazanlar var. Himeji'ye ulaştığımızda saat 5 idi. Bu nedenle kale ziyarete kapalıydı.

Biz de hendek üzerindeki büyük köprüden geçip, kalenin bahçesine açılan büyük kapıdan geçtik ve kalenin geniş bahçesinde gezindik. Biraz uzaktan kaleyi inceledikten ve kalenin bahçesinde bulunan kedileri sevdikten sonra çıkmak zorunda kaldık. Bu arada Japonya'da kedi görmek zor. Türkiye'deki gibi her yer kedilerle dolu değil. Zaten çöp olmayan şehirlerinde, özellikle beslenmedikçe kedilerin hayatta kalması pek mümkün değil. Anladığımız kadarıyla kedilerin Japonya'da yaygın olmamasının sebebi de bu.


Himeji'ye pazar günü geldik. Tam da yılın festival gününe denk gelmişiz. Bu festivalde geleneksel Japon yemeklerinden Japon kültürüne ait modern ve eski gösterilere, konserlere kadar birçok etkinlik vardı. Yaklaşık 2 saat kadar festivali gözlemleme şansımız oldu. "Yetenek sizsiniz" tarzında sahneye çıkanlar, şarkı söylemek için sahneye çıkanlar vardı. Böyle bir festivale denk geldiğimiz için kendimizi şanslı hissettik. Fotoğraflarımızı çektik.

Bugün yolumuz yine çok uzun, 300 kilometre uzaklıktaki Hiroşima'ya gitmemiz gerekiyor. Bu nedenle festival bittikten ve hava karardıktan hemen sonra Hiroşima'ya doğru yolu koyulduk...

Monday, September 7, 2015

4. Gün, Kar Maymunları (Jigokudani), Kenroku-en Bahçesi

Matsumoto kalesini ziyaret ettikten sonra hemen kar maymunlarını görmek üzere yola koyuluyoruz. Biraz şehirlerarası yol, biraz da otoban seyahatinden sonra kar maymunlarının olduğu kasabaya geliyoruz. Bu kasaba, aslında termal kaplıcalarıyla ünlü bir yer. 40'a yakın termal kaplıca bulmak mümkün. Aynı zamanda da rakım olarak yüksekte, dağlık bir yer. Akşam 17:00'de kar maymunlarının olduğu doğal parka geliyoruz. Hava kararmak üzere... Farkediyoruz ki, saat 17:00'de park ziyarete kapatılıyormuş. Kar maymunlarını görmek için bunca yol gelmişken, gitmek olmaz. Hemen yakınlarda konaklayabilecek bir yer arıyoruz ve geceyi bu kasabada geçiriyoruz.

Kaldığımız yer yine geleneksel bir Japon termal oteli. Gayet modern görünen bu termal otele girişte ayakkabılarımızı çıkartıyoruz ve check-in yapıyoruz. Otelin girişinde kenarda bulunan raflara, tıpkı camilerde olduğu gibi, çıkarttığınız ayakkabılarınızı koyuyorsunuz. Yine hırsızlık gibi bir endişemiz yok. Ayakkabılarımızı yanımıza, odamıza almıyoruz. Orada bırakıp odamıza yerleşiyoruz. Sabah erkenden geleneksel Japon kahvaltı masalarında, geleneksel Japon kahvaltılıklarıyla kahvaltımızı ediyoruz.

Ertesi sabah erkenden kar maymunlarını görmek için parka gidiyoruz. Yine tüm ekipmanlarımızı, navigasyonumuzu, kaskları, montları, hatta çantalarımızı motorsiklet üzerine bırakıyoruz. Çünkü hırsızlık gibi bir endişemiz artık kalmadı. Tamamen doğal bir park. Yaklaşık yarım saat, (1.6 KM) ormanlar içindeki güzel yürüyüş patikasından yürüyerek maymunların yaşadığı bölgeye erişiyoruz. Bu patika üzerinde yanda, bazen patikayı kesen irili ufaklı su akıntıları mevcut. Envai çeşit börtü böceği de burada görüyorsunuz. Dev kelebeklerden, dev yusufçuklara ve en ürkütücüsü, dev eşek arılarına kadar. Biz zaten yusufçuklara artık yusufçuk demeyi barıktık, doğrudan yusuf diyoruz. Çünkü yusuf-çuk-lukları pek kalmamış. Görünce de yusuflatıyorlar zaten...


Maymunların yaşadığı yere gelince hemen fotoğraf makineme sarılıyorum. Zira hayatımda ilk defa maymunları kafessiz bir ortamda, doğal yaşamlarının içinde görme fırsatı yakalıyoruz. Bu fotoğraflar, zannettiğiniz gibi uzaktan tele objektifler kullanılarak çekilmiş değil. 50mm lens ile, belki bir metre, belik yarım metre uzaklıktan çekildi. Doğal yaşam alanlarında, insanlardan hiç çekinmeden, ayağınızın yanından, başınızın üstünden geçiyorlar. Hiç de kaçmıyorlar. Tek çekinceleri, onlara dokunmanız.

Onlara dokunmadıkça problem yok. Dokunmak isterseniz çok sinirleniyorlar. Ama yanlarında durmanızda hiçbir sıkıntı yok. Çok da sevimli ve sempatikler. Sürekli bir yayılma durumundalar. Ağa/paşa modunda olanlar var. Muhtemelen alfa maymunlar, maymun topluluğu içinde gücü elde edip, diğerlerini kendilerine hizmet ettiriyorlar. Hizmet dediğim de, kendini kaşıtmak, bitlerini ayıklatmak... Zaten sabahtan akşama kadar yaptıkları pek de fazla birşey yok.

Kavga etmiyorlar, gürültüsüz hayvanlar. Sanırım Japon kültürü, maymunlarına kadar işlemiş.

Bu maymunları bu kadar özel kılan şey ise, isimlerinde gizli... Bu maymunlara "kar maymunları" denmesinin sebebi, kar yağan bir iklimde yaşayan tek maymun olmaları. Dünyanın başka hiçbir yerinde, kar yağan ve karın toprak üstünde uzunca süre kaldığı bir iklimde yaşayan maymun türü yok. Fakat buradaki maymunlar, kışın kar yağdığında, bölgede bulunan irili-ufaklı termal su birikintilerine giriyorlar ve yaşamlarını bu sıcak sularda devam ettiriyorlar. Bu nedenle hemcinslerinin kardan ve soğuktan nefret etmesine rağmen, bu bölgede kışın da yaşayabiliyorlar.



Buradaki maymunların tüm dünyadan ziyaretçileri var. İlk defa bu kadar çeşit turisti (çekik gözlü olmayan, yabancı turisti) bir yerde görüyoruz. Anlıyoruz ki bu park, tüm turistler için bir çekim merkezi...

Maymunları ziyaretimiz saat 11:00 gibi bitiyor ve geldiğimiz uzun 1.6 KM'lik yürüyüş patikasından tekrar motorsikletimizi bıraktığımız noktaya geliyor ve yolculuğumuza devam etmeden önce nadiren gördüğümüz batı tarzında yemekler veren, en azından patates kızartması ve dondurma olan bir kafeteryada karnımızı doyurarak Kanazawa'daki Japonya'nın en güzel 3 bahçesinden birisi olan Kenroku-en'i ziyaret etmek üzere yola koyuloyuruz. Yolumuz uzun, 300 KM'lik otoban yolculuğu sonrasında Kanazawa'ya erişmeyi planlıyoruz.

Japon anakarasının kuzeyinde kalan Kanazawa'ya giderken geçtiğimiz otoban üzerinde, bizdeki Bolu tünelinden daha uzun yaklaşık 20 tünelden geçiyoruz. Bir o kadar da dev viyadükten geçiyoruz. Sahil şeridini bozmamak için, sahil şeridinin 50 metre açığından, okyanusun üzerinden geçen viyadükler görüyoruz. Japonların doğaya olan saygısını bir kez daha teyit ettiriyor bu gördüğümüz manzara...

Sonunda Kanazawa'ya ulaşıyoruz ve vakit kaybetmeden Kenroku-en bahçesine gidiyoruz. Kenroku-en bahçesi, şehrin yüksek bir noktasına kurulmuş, çok geniş bir bahçe... Aslında bahçe dediğime bakmayın, küçük bir bahçe edasıyla düzenlenmiş, peyzajı yapılmış çok büyük bir parktan bahsediyorum. Burada geniş göletlerden, bonzai ağaçlarına, çiçeklerden küçük derelere, şelalelere kadar herşeyi bulabiliyorsunuz. Tertemiz bu parkta ayakkabınızı çıkarıp çorapla gezseniz, çorabınız kirlenmez. Mübalağa ettiğimi, abarttığımı düşünenleriniz varsa, bu söylediğimin gerçekliğini ancak gittiğinizde anlayabileceğinizi söylemekle yetiniyorum.

Kenroku-en bahçelerinde dolanırken geleneksel Japon kıyafetleriyle gezen Japon bayanlar görüyoruz ve hemen fotoğraf çekiniyoruz. Japonya'nın birçok yerinde bu geleneksel kıyafetlerle dolaşan bayanları görmeniz mümkün. Caddede, sokakta, restoranlarda karşılaşabilirsiniz. Olabildiğince modern olan Japonlar, aynı zamanda kendi kültürlerini koruma konusunda da çok gayretliler.

Kapanışına güçlükle yetiştimiğimiz bu bahçe, akşam 18:00'de kapandığı için 1 saatlik bahçe geçintimiz sonrasında bir sonraki durağımız olan, Japonya'nın eski başkenti Kyoto'ya gitmek üzere tekrar yola koyuluyoruz. Gece geç saatte ulaşıyoruz Kyoto'ya. Bugünkü yolculuk toplam 600 KM yapıyor. Belki de 9 günlük yolculuğumuzun en uzun günlerinden birisi oldu. Epeyce yorulduk... Bu nedenle bulduğumuz ilk otelee güzelce duş almak ve dinlenmek için yerleşiyoruz.

Saturday, September 5, 2015

3. Gün, Yamamatsu Tapınağı ve Matsumoto Kalesi

3. Günümüzde sahabah erkenden konakladığımız misafirhaneden ayrılıyoruz. Yeme/içme ihtiyacımızı yol üstündeki bir Seven/Eleven'dan karşılıyoruz. SevenEleven'larda en azından bildiğimiz salata, tereyağlı ekmek, makarna gibi geniş bir yelpazede yemekler bulabiliyoruz. Matsumoto şehrine ve Matsumoto kalesine gitmeden önce, akşamleyin misafirhanede Internet'te gezinirken gördüğümüz Yamamatsu şelalesine uğrayalım istiyoruz. Kaldığımız misafirhaneye 15 km uzaklıktaki bu şelaleyi ve yanındaki tapınağı görmeden geçmeyelim istiyoruz ve şelaleye doğru yola koyuluyoruz. Yukarıdaki videoda şelaleye gidişimizden ve aslında Japonya'daki tüm yolculuğumuzun birebir aynısı olan yolu paylaştık. Japonya'da 3000 km yolumuzun neredeyse 1500 km tam olarak bu şekilde geçti. Yeşil doğa, gökyüzünü kaplayan ağaçlar, bulutlu/parçalı bulutlu bir hava, biraz nem ve bolca doğa...

Yol bittikten sonra yürüyüş parkuru başlıyor. Yaklaşık 500 metrelik bir yürüyüş parkuru ve patikadan sonra, tapınaktan hemen önceki Japon izci kampına ulaşıyoruz. Sabahın köründe küçük çocukların göndere bayrak çekişini izliyoruz. Japon disiplinini belki bir kitapta, belki birkaç kitapta ancak anlatabilirim. O nedenle burada sadece bu disiplinin bizi Japonya'ya hayran bıraktığını söyleyerek izci faslını kapatayım. Bunu kelimelerle anlatmak zor, gidip yerinde görmeniz gerekiyor.

İzci kampını biraz daha geçtikten sonra tapınağa ulaşıyoruz. Bu, Japonya'daki ilk tapınak ziyaretimiz. Ortalıkta kimseler olmamasına rağmen, her biri tarihi eser sayılabilecek onlarca eşya, heykel, el yazması eser, savaş aleti, granit oyma vs, herşey ortada... Bizim müzelerimizde ancak cam arkasında saklanabilecek (hoş, cam arkasından bile çalabilenler çıkıyor) kıymetteki tarihi herşey, olduğu yerde duruyor. Aceba izleyen birileri var mı diye sağımıza bakıyoruz, solumuza bakıyoruz, kamera olup olmadığını kontrol ediyoruz ama hiçbir güvenlik önlemi göremiyoruz. İlk tapınak ziyaretimiz ve Japonya'da henüz üçüncü günümüz olduğu için şaşırıyoruz. Fakat daha sonrasında anlayacağız ki, Japonya gerçekten çok güvenli bir yer ve kesinlikle hırsızlık/kapkaç gibi toplumun illeti kabul edilen hadiseler burada neredeyse sıfır. Bunu gördükten sonra, artık eşyalarımızı, kasklarımızı, montlarımızı, aksesuarlarımızı kesinlikle gezi esnasında yanımıza yük etmiyoruz, hepsini motorsiklet üzerinde bırakarak 3000 KM'lik seyahatimizi hiçbir problem olmadan tamamlıyoruz.

Tapınak, yüzyıllarca öncesinden kalma ve ahşaptan bir mimariye sahip. Buna rağmen, yapıldığı ilk günkü gibi duruyor. Kesinlikle restorasyondan geçmemiş. Buna rağmen her yer tertemiz. Sadece granit taşların üzerini kapatmış yosunlar ve çimenler var. İklim tropik olduğu için, buna engel olmak çok zor. Bunlar haricinde, tapınak, ilk günkü gibi orjinal ve bozulmamış. Sanki zaman makinesine binip tapınağın ve yerleşim yerinin ilk günkü haline gitmişsiniz gibi bir atmosfer var. Tek eksik, yaşayanlar... Bu tapınak, nesiller sonrasına kalacak şekilde yapılmış. Bizdeki gibi, "30 yıl gitsin yeterli" gibi bir mantık yok.

Daha sonraki seyahatimizde anlıyoruz ki, bu tapınak aslında Japonya'nın her yerine yayılmış olan on binlerce tapınaktan sadece birisi... Özel bir ehemmiyeti yok. İşte burada, Japon disiplinini, hayat tarzını, iş ahlakını anlıyorsunuz ve bunun öyle bir yüzyılda oluşmuş bir kültür olmadığını, Japonların belki bin yıldır bu disiplin ve kültür içinde yaşadığını anlıyorsunuz.

 Tapınağın hemen yanında bir köprü görüyoruz. Bu köprüden devam edilerek şelaleye gidiliyor. Yaklaşık 1 KM'lik bir yürüyüş sonrasında şelaleye ulaşılabiliyor. Doğa, olduğu gibi korunmuş. Ahşap, asma köprünün hemen altından doğrudan şişelenmeye hazır, tertemiz, besberrak bir nehir geçiyor. Yükümüzün ağır olması ve gün içinde Matsumoto'ya ulaşma planımız nedeniyle bu 1 KM'lik yürüyüşü gerçekleştirmiyoruz. Uzaktan vadiye, suyun geldiği yere bakıyoruz ve geri dönüyoruz.

Geri dönüşte, bir tabela dikkatimizi çekiyor. "Geyik Çıkabilir" tabelası bizi ilk önce gülümsetiyor. Zira bu tabelayı öylesine konulmuş bir uyarı zannediyoruz. Fakat birkaç yüz metre gittiğimizde, yoldan geçen ceylanları görünce heyecanlanıyoruz. Ceylanları görmek aslında çok zor, zira ürkek hayvanlar ve herhangi bir araç sesi duyduklarında gözden kayboluyorlar. Biz de, kazara, çok uzaktan ceylan olduğunu zannettiğimiz hayvanları görüyoruz ve aslında şehir ve yerleşim yerlerine çok da uzakta olmayan bu yerde vahşi doğanın ve eldeğmemişliğin en önemli göstergelerinden birisi olan bu ceylanları görünce şaşırıyoruz.

Türkiye'de buğday ne ise, Japonya'da da pirinç o... Pirinç unuyla yapılan ekmekler, pirinç dolmaları, pirinç çorbası, pirinç pilavı, pirinç tatlısı, prinçli prinç, prinç bayıldı, princiyarık... Herşey burada pirinç... Böyle olunca, Türkiye'de yol kenarında ve her yerde gördüğümüz buğday tarlaları gibi, Japonya'nın da orman olmayan her düzlükte pirinç yetiştiriliyor. Sürekli gördüğümüz ufak priniç tarlalarına nazaran, daha geniş bir alana ve terasa yayılmış bir pirinç tarlası görüyor ve incelemek üzere duruyoruz. Prinç yetiştirmek zor, ekimi zor, uygun arazi bulmak da zor. Tabi ki bu Türkiye şartlarında geçerli... Zira Türkiye toprağını Japonya ile kıyaslayacak olursak, Tükiye tam anlamıyla bir çöl. Japonya'da ise her yerden akan irili ufaklı dereler, nehirler, sürekli nemli tropik iklim, yağışlı hava gibi faktörler nedeniyle toprak dört mevsim nemli... Bu nedenle burada prinç bu kadar yaygın ve Japon mutfağının en önemli parçası...

Yolumuza devam ediyor ve Matsumoto şehrine ulaşıyoruz. Matsumoto şehrinin en önemli kültürel mirası Matsumoto kalesi... Tamamen ahşap mimariye sahip bu kalenin, nasıl bu kadar yüksek ve büyük yapıldığını, nasıl yıllara meydan okuduğunu merak edebilirsiniz... Biz de merak ettik ama Japon mimarisinin harika eserlerinden olan bu ahşap kalenin mühendislik açısından statiğini henüz kavrayabilmiş değiliz. Tek yapabildiğimiz, hayran hayran bakmak oldu.

Japonya'daki onlarca kaleden biri olan Matsumoto kalesinde de diğer kalelerdeki gibi hendekler var. Kalenin etrafı iki aşamalı su dolu hendeklerle çevrelenmiş. Sanırım eski çağlarda hendekler, duvarlardan daha çok güvenilen bir güvenlik unsuruydu. Bu güvenlik unsuru, neredeyse tüm kalelerde var. Bizi sürekli şaşırtan bir diğer şey ise, bu hendeklerin içinin, büyük (en az 10 kiloluk) ve rengarenk sazan türü bıyıklı bir balık türüyle dolu olmasıydı. Bu balıklara hiç dokunulmuyor. Belki şamanist, belki budist bir mantıkla, bu balıkların ruhlarının bu kalede daha öncesinde görev almış, savaşmış kişilerin ruhlarına ait olduğu düşünülüyor. Belki de başka birşey... Ama çok belli ki, bu balıklara ruhani bir boyutta saygı duyuluyor. İtinayla besleniliyorlar ve kesinlikle avlanılmıyorlar... Fotoğrafta sadece bir balık olduğunu zannedebilirsiniz. Sarı olan balık haricinde, çok daha büyük olan, en az 20'ye yakın balık var bu fotoğrafta... Suyun rengiyle aynı renkte oldukları için görülmüyorlar fakat hepsi ağzını açmış durumda suyun içinde bekliyorlar. İlginç olan bir diğer şey ise, bu balıkların kaçmak bir yana, insan görür görmez ağızlarını açarak size yaklaşmaları...
Kaleyi gezdikten sonra vakit kaybetmeden bir sonraki durağımız olan Kar Maymunlarını görmek üzere yola koyuluyoruz. Bu arada unutmadan, Matsumoto kalesinde, tarihle biraz daha bütünleşmeniz için her yere orjinal kıyafet ve silahlarıyla Samurai ve Ninjalar yerleştirilmiş. Bir tanesini sizinle paylaşıyorum...


Friday, September 4, 2015

2. Gün, Fuji ve 413 Yolu

Motorsikletimizi aldıktan sonra trafiğe alışma sürecimizi Tokyo içinde geçirmek istemedik. Bu nedenle kendimizi hemen Tokyo dışına attık. Doğuya, Fuji Dağına doğru yola koyulduk.

Fuji, Japonya'nın simgelerinden olan bir dağ. Hediyelik eşyalarda, Japonya fotoğraflarında, geleneksel ve modern sanatlarda her daim Fuji Dağını, silüetini ve minyatürünü bulabilirsiniz. Bu nedenle Japonya'ya gittiğinizde, özellikle Tokyo'ya iniş yaptıysanız, Fuji Dağını görmeden gelmenizi pek tavsiye etmem.

Tokyo'dan Fuji'ye ulaşımı dilerseniz otoban üzerinden, dilerseniz de 413 Yolu (Route 413) üzerinden yapabilirsiniz. 413 yolu, motorsiklet için çok keyifli bir yol. Japonya'nın tüm doğa güzelliğini, kasabalarını, yeşil dağları, tünelleri, nehir ve barajları, 80 kilometrelik 413 yolu üzerinde giderken görüyorsunuz. 413 yolu, geniş bir yol değil. İki adet kamyonetin bile karşılıklı geçerken sıkıntı yaşayabileceği, dağlar ve vadiler içinde kıvrılarak ilerleyen bir yol. Yeri geliyor dağın tepesine çıkartıyor, yeri geliyor vadinin derinliklerinden geçiriyor sizi. Fakat sürekli yemyeşil ve ağaçlarla kaplı bir yolda devam ediyorsunuz. Asfalt kalitesi ise, Japonya'da her yerde standart olan asfalt kalitesinde... Tekerinize çakıl taşı bile değmiyor. Bu nedenle bu yolu, dünyanın dört bir tarafından gelen motorsiklet meraklıları gibi, biz de kesinlikle tavsiye ediyoruz.

413 Yolu Üzerinde Bir Dere
413 yolunun sonunda Fuji Dağı çevresinde bulunan 5 göller bölgesine geliyorsunuz. Bu bölgede, birbirinden 20-50 km uzaklıkta olan 5 farklı doğal göl bulunuyor. Her bir gölün kendine özel Fuji manzarası var. Biz ise Yamanato gölüne ulaşıyoruz.

Yamanato gölü, diğerlerine göre biraz daha büyük, ama Fuji'ye en yakın göl olması nedeniyle en güzel Fuji manzarası sunan göl.

Yamanato gölüne ulaştığımızda ise hayal kırıklığına uğruyoruz. Çünkü hava bulutlu, kapalı... Malesef Fuji dağından eser yok. Eteklerini dahi göremiyoruz. Dönüş yolunda tekrar Fuji'yi görmek üzere, Fuji maceramızı son güne erteliyoruz ve yolumuza devam ediyoruz. Fuji dağı fotoğrafta bizim çizdiğimiz bir yerde kalıyor. Madem fotoğrafını çekemedik, biz de çizelim, içimizde kalmasın.

Fuji'de bir gün kalmayı planladığımız için, Fuji'den erken ayrılış tüm yolculuk planımızda bir kaymaya sebep oluyor. Normalde ertesi gün yola koyulup, 200 kilometre uzaklıktaki Matsumoto kalesine gitmeyi planlarken, daha ikinci günden, hem de öğleden sonra Matsumoto'ya doğru yola koyulmak zorunda kalıyoruz. Yol üstünde fazla mola verdiğimiz ve biraz da yanlış yollara saptığımız için çok fazla vakit kaybedince hava kararmadan Matsumoto'ya ulaşma planımız suya düşüyor. Matsumoto'ya 20 kilometre mesafede, yağışın da başlaması nedeniyle mecburi mola vermek zorunda kalıyoruz.

Bu molada bir kasabaya uğruyoruz. Epeyce bir araştırma sonunda, Google Maps'te Otel olarak gösterilen bir yere giriyoruz. Fakat kapıyı açtığımızda kimseleri bulamıyoruz. Herşeyler orta yerde olmasına rağmen, bu misafirhenede kimseler yok. Herhangi bir güvenlik kamerası da yok ama kapı açık ve içeride gerçekten de orta yere bırakılmış çok kıymetli eşyalar da mevcut. 20 dakika boyunca yetkili birisinin gelmesini bekliyoruz. Sonunda 20'li yaşlarda bir genç geliyor. İngilizce bilmediği için işaret diliyle anlaşmaya çalışıyoruz. Otel olarak haritada görülen yer, meğerse bir termal kaplıca misafirhanesiymiş ve geceleri kapalıymış. Konaklama yapılmıyormuş. Bunun üzerine, bahçeye çadır kurmak için izin istiyoruz. Zira hava yağışlı ve karanlık. Yola devam etmemiz riskli... Çadırımızı gösterdiğimizde yine işaret diliyle "15 dakika bekleyin" diyor genç arkadaş. Biz ne yapmaya çalıştığını merak ediyoruz. 15 dakika sonra geliyor ve "içeri girin" diyor işaret diliyle. Takip ediyoruz. Meğer bize misafirhanede yer ayarlamış gece konaklamamız için. Böyle de yardımsever insanlar... Kapalı olduğu halde bizim için yer ayarlamış, çarşafları sermiş, yatağı hazırlamış... Ayrıca misafirhane tam bir Japon evi şeklinde... Sürgülü, kağıt kaplı kapılar, pencereler... Yer yatağı... Yer sofrası... Ahşap zemin... Geleneksel kıyafetler... Aslında tam olarak aradığımızı bulmuş, dört ayağımız üstüne düşmüş oluyoruz.

Misafirhanenin girişinde dikkatimizi çeken özel birşey var... Duvardaki Kabe ve Mekke figürlü duvar halısı... Japonya'nın ücra bir kasabasındaki kendi halinde bir misafirhanenin duvarında böyle bir sürprizle karşılaşmak bizi şaşırtıyor. Nereden geldiğini, neden orada olduğunu misafirhanenin sorumlusuna İngilizce olarak sormaya çalışıyoruz fakat malesef iletişim sıkıntısı nedeniyle bu duvar halısının hikayesini kendisinden öğrenemiyoruz.

Yarın Matsumoto'ya devam etmek üzere gece burada konaklıyoruz...





Thursday, September 3, 2015

1. Gün ve Tokyo İzlenimleri

Narita Havaalanına İniş

Önceki yazımda Japonya'ya İstanbul-Katar-Tokyo şeklinde aktarmalı olarak gittiğimizden bahsetmiştim. Tokyo'daki iniş havalanınımız Narita havaalanı oldu. Narita'dan Japon Demir Yollarının (JR) bir hattı olan Skyliner hattına binerek Tokyo merkezine ulaştık. Yaklaşık 25 dakika sürdü. Skyliner hattı, diğer metro hatlarından farklı, özel bir hat olduğu için, aldığınız bilet de JR'ın diğer metro ve demiryolu biletlerinden farklılık içeriyor. Narita havaalanındaki dört terminalin hepsinin çıkışında da Skyliner hattının gişesini bulabilirsiniz. Buradaki gişelerde, havaalanı olduğu için gişe personeliyle rahatlıkla İngilizce iletişim kurabilirsiniz.

Bileti aldıktan sonra terminal çıkışındaki metro hattına iniyorsunuz. Gelen trenler sizi yanıltmasın. Normalde 5 dakikada bir tren geliyor. Ama Skyliner hattına, bilette belirtilen zamanda gelen trene binmeniz gerekiyor. Farklı bir trene binme ihtimaliniz zaten yok. Zira bekleme yerleri zaten farklı. Yine de "neden durmadı tren, yanlış yerde mi duruyorum" gibi bir düşünce oluşmasın aklınızda.

Eğer Skyliner hattı değil de, normal metro hattını kullanacaksanız, bu yazdıklarımı atlayabilirsiniz. Fakat uzun saatler süren uçak yolculuğundan sonra biraz daha fazla ücret vererek Skyliner hattını kullanmanızı şiddetle tavsiye ederim çünkü bu hat doğrudan Tokyo (Merkez) istasyona gidiyor hiçbir istasyonda durmadan. Yaklaşık 35 dakika sürüyor. Normal metro hattı, 70 dakikayı bulabiliyor. Ayrıca biletiniz koltuklara rezerve. Yani ayakta değil, tıpkı şehirlararası otobüsteki gibi size verilen bilette yazan koltuğa oturuyorsunuz. Normal metro hattı kalabalık olabilir. Özellikle yanınızda fazla valiziniz varsa, Skyliner hattını kesinlikle tavsiye ederim.

Diğer bir yöntem ise Airport Limuzine. Adı sizi yanıltmasın, bu bir otobüs hattı... Denemediğimiz için bu konuda çok fazla bilgi sahibi değilim.

Japan Bike Rentals'a Ulaşım

Tokyo (Merkez) istasyona gittiğinizde, buradan yaklaşık 8 farklı metro hattıyla, Tokyo'nun istediğiniz yerine ulaşmanız mümkün. İstasyonlarda, bilet otomatlarının hemen üstünde büyük bir haritayla, bulunduğunuz istasyondan gitmek istediğiniz istasyona olan ücret tarifesini bulabilirsiniz. Fiyatlar 140 yenden, 500 yene kadar değişiyor. Kişi sayısını seçip, otomata parayı verip, gideceğiniz yerin ücretini seçerek biletinizi alabilirsiniz. Metro girişlerinde biletinizi veriyorsunuz. Kapı, biletinize bir delik atarak, diğer uçtan size tekrar veriyor. Bu bileti yanınıza almayı unutmayın. Çünkü indiğiniz istasyonda, çıkış kapısında tekrar bu bileti vererek kapıdan geçiyorsunuz. Ayrıca, eğer indiğiniz istasyonda başka bir hatta aktarma yapıyorsanız, bu delinmiş bileti ilgili gişeye verip, gideceğiniz yere olan farkı ödeyip, indirimli olarak aktarmalı bilet değiştirme işlemi yapabiliyorsunuz.

Japan Bike Rentals, motorsiklet teslimini 12:00'ye kadar yapıyor. Saat 11:00'de JBR ofisinde olmanız bekleniyor. Biz akşam 18:00'da Narita Havaalanına indiğimiz için, motorsikletimizi bir gün sonra teslim aldık. Valizlerimizi JBR'a taşımada problem olmaması için, JBR'ın hemen 50 metre ilerisinde, bir üst sokakta bulunan The B'Akasaka Oteline rezervasyon yaptırdık. JBR, Tokyo'nun merkezi sayılabilecek bir yerde, Akasaka bölgesinde bulunuyor. Metro ile ulaşım çok kolay. Akasaka istasyonunda indikten sonra 200 metrelik yürüme mesafesinde bulunuyor. Geceyi The B'Akasaka Otel'de geçirdikten sonra ertesi gün Japan Bike Rentals'ın ofisine gittik.

Motorsikleti Teslim Alış

JBR ofisinde bizi en çok şaşırtan olay, motorsikleti teslim eden yetkilinin Türkçe biliyor olmasıydı. Türkiye'den geldiğimizi öğrenince hemen mükemmel bir şekilde Türkçe konuşmaya başladı Nolan. Çekik gözlü olduğu için Japon zannetmiştik fakat kendisi Kırgız imiş ve Türkçe'yi Kırgızistan'daki bir üniversite öğrenmiş. İngilizce konuşan birisini zor bulurken, Tokyo'da Türkçe'yi akıcı bir şekilde konuşan birisini bulmak bizi epey şaşırttı. Muhtemelen siz gittiğinizde de size motorsikleti Nolan teslim ediyor olacak.

Motorsiklet tam depo teslim ediliyor. Dönüşte de sizden depoyu tam teslim etmeniz bekleniyor. Yoksa 3000 yen gibi bir ücreti vermek zorunda kalıyorsunuz. Deponun 1500 Yene doldurulduğunu düşündüğünüzde,  dönüşte mutlaka benzinliğe uğramanızı tavsiye ederim.

Ekipmanlar

JBR, motorsikletin yanında diğer tüm ekipmanların da kiralamasını yapabiliyor. Mutlaka bir top case veya side case'i de kiralama aşamasında opsiyon olarak seçmenizi tavsiye ederim. Tabi uzun yol yapmayı düşünüyorsanız. Yanınızda hiç eşyanız olmasa da, gördüğünüz yerlerde hatıra olarak alacağınız eşyaların size problem olmaması için mümkünse side ve top caseleri almanızı, değilse, en azından birisini almanızı tavsiye ederim. Ayrıca eğer iki kişi seyahat edecekseniz, topcase'in yaslanacak yumuşak bir kısmının olduğunu ve artçınızın çok daha rahat ve konforlu bir şekilde seyahat edeceğini de unutmayın.

JBR'ın sunduğu bir diğer güzellik ise, GPS navigasyonu sunması. Gidona sabitlenmiş, gücünü de motordan alan bir şekilde Zuma GPS modülü tüm motorsikletlere takılmış durumda. Fakat GPS Navigasyon opsiyonel. GPS Navigasyon, Japonya'da motorsiklet yolculuğunun olmazsa olmazı. Ayrıca JBR'dan Jonathan, size Japonya'da gezilip görülebilecek en güzel yerlerin bir listesini çıkararak Navigasyon'a POI olarak eklemiş. Size vereceği kitapçıktan rotanız üzerindeki yerlerin kodunu girerek doğrudan Navigasyon'da yol tarifi alabilirsiniz. Bu navigasyon opsiyonu olmadan bir Japonya seyahati, bizim için tam anlamıyla işkenceye dönüşebilirdi. Bu nedenle kiralama paketine mutlaka bu opsiyonu da dahil edin.

Eğer iki kişi veya birden fazla motorsiklet olacaksa, kask içine yerleştirilen Bluetooth ve Intercom Headset'leri de mutlaka paketinize dahil ettirin. Zira yolda giderken göreceğiniz tüm güzellikleri, tıpkı arabada gidiyormuşçasına arkadaşlarınızla konuşmanıza imkan sağlıyor. Tüm yol deneyiminize bunun artısı çok büyük olacaktır.

Bunun haricinde, gittiğiniz yerlerden fotoğraf paylaşmak veya Google Maps üzerinden otellere bakmak, ya da diğer tüm internet ihtiyacınız için Wifi Hotspot opsiyonunu da tercih edebilirsiniz. Verilen Wifi Hotspot, Türkiye'deki GSM operatörlerinin verdiği 5 kişiye kadar bağlanılabilen türde 3G modemler. Cep telefonunuzla, Wifi'ye bağlanır gibi bağlanıyorsunuz. Internet kullanımında limit yok. Yani eğer isterseniz yolculuğunuzu Youtube veya Periscope üzerinden canlı olarak tüm arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz. Eğer yolculuk esnasında çok kullanmayacaksanız, Wifi Hotspot almak zorunda değilsiniz çünkü Japonya'da tüm restoran ve otellerde, hatta havaalanlarında ücretsiz Wifi hizmeti mevcut. Durakladığınız herhangi bir yerde Internet'e rahatlıkla ve ücretsizce erişebilirsiniz.

Tokyo İzlenimleri

Tokyo, son derece düzenli bir şehir. Büyük bir metropolün aksine, 8 milyonluk nüfusa rağmen, gayet düzenli, gayet sakin, huzurlu ve güvenli bir yer. Örneğin, motorsikletinizi, üzerinde anahtarıyla, hatta ve hatta cüzdanınızla bir yere bıraktığınızda, dönüşte cüzdanınınızın çalınmış olma ihtimali binde bir bile değil. Motorsikletin çalınma ihtimali ise, belki onbinde bir. Gönül rahatlığıyla, gezmek istediğiniz yerlerde eşyalarınızı (montlar, kasklar, korumalıklar vs) motorsikletin üzerine bırakıp gidebilirsiniz. Geldiğinizde herşey yerinde olacaktır. Yine de büyük kentlerde tedbiri elinizden bırakmayın. (Sonuçta bunlar da insan, yüzde yüz garanti veremeyeceğim.) Fakat kırsal kesimde içiniz daha rahat olsun. 

Tokyo ile ilgili bizi en fazla şaşırtan şey, temizlik ve hijyen oldu. Japonlar çevreye karşı çok saygılı ve duyarlı. Herhangi bir cadde, yol, ara sokak veya ücra mahallede, pet şişe, kola kutusu, poşet ve hatta sigara izmariti dahi bulamayacaksınız. Bu nasıl mümkün oluyor diye kendi kendimize çok defa sorduk. Sanırsın ki yerdeki çöpleri, izmaritleri vs getirene 10 dolar veriyorlar. Değil... Ama çöp yok... Yanlışlıkla cebinizden bir kağıt, bir fiş yere düşürdüğünüzde, kendinizi sanki Tokyo'nun orta yerine ihtiyacınızı gidermiş gibi hissediyorsunuz. O denli temiz bir ülke ve şehir.

Sigarayı, açık alan dahi olsa, yalnızca belirli noktalarda içebiliyorsunuz. Bu, yasalarla düzenlenmiş değil. Çok ilginç bir şekilde tüm Japonlar, sadece belirtilen yerlerde sigarasını içiyor. Başka yerde içmenin yasal bir yaptırımı yok. Ama toplumsal düzen ve etik o derece yerleşmiş ki, insanlar yaptırım olmadan dahi, bu kurallara uyabiliyorlar. Zaten gittiğinizde siz de o toplumsal düzenin baskısı altında, mecburen belirtilen yerlerde sigara içmek, varsa çöpünüz, tek tek ayırarak (pet, teneke, poşet, kağıt) ilgili geri dönüşüm çöp kutusuna atmak zorunda kalacaksınız.

Sizi derinden sarsacak bir diğer şey ise, bu ülkede korna yok. Evet, araçlarda korna var, ama sanki butonu sökülmüşçesine, sanki hiç yokmuşçasına, sanki kornaya basmak, metrodaki acil durum butonuna basmak gibi sadece çok acil durumlarda kullanılması gereken birşeymişçesine, koskoca Tokyo'da, en işlek ve trafiğin yoğun olduğu yerlerde bile korna sesi duymuyorsunuz. Tüm Japonya seyahatiniz boyunca korna sesi duymama ihtimaliniz %50. Abarttığımı düşünebilirsiniz ama gittiğinizde siz de bunu teyit edecek ve çok şaşıracaksınız. 3000 KM'lik yolumuzda duyduğumuz tek korna, otobanda şerit değiştirirken kör noktada kalmış arkadaki aracın bizi uyarmak için yarım saniyeliğine çaldığı korna oldu. O da belki kazayı önleyen, hayat kurtaran bir korna oldu. Bu söylediğimde kesinlikle abartma ve mübalağa yoktur.

İlk gün motorsikletimizi alıp hemen Tokyo dışına kendimizi attığımız için, Tokyo'nun detaylarını dönüşe bıraktık. Merak edenler, Tokyo detayları için 8. Gün yazıma bakabilir.

Bir sonraki yazı, Tokyo'dan çıkışta ilk durağımız olan 413 Yolu, Fuji Dağı ve çevresindeki 5 Göletle ilgili olacak...

Monday, August 31, 2015

Seyahate Yönelik Genel Bilgiler

Nasıl başladık?

Eşim ve ben düğünden sonra balayını nerede yapacağımızı düşünürken, eşimden çok güzel bir fikir geldi... Otel balayı yerine, motorsiklet turu yapalım istedi. Motorsikleti ve motorsikletle uzun yol yapmayı çok sevdiğim için, eşimden gelen bu teklif beni duygulandırdı. Hemen plan yapmaya başladık.

Nereye gidelim?

Düğün telaşı içerisinde bir de vizeyle uğraşmamak için, vizesiz bir şekilde gidebileceğimiz ülkelerin listesini çıkardık. Güvenle motorsiklet kiralayabileceğimiz, yol güvenliği ve yol hizmeti ileri seviyede olan ve motorsiklet kiralarken herhangi bir sahtekarlık yaşamayacağımız yegane ülke olarak Japonya'yı gördük. Ayrıca gezilip görülmesi gereken yerler konusunda da Japonya eşsiz bir ülke. Doğal güzelliklerinin yanısıra tarihi ve kültürel zenginliklerle dolu bir ülke... Bu nedenle bizim kriterlerimize en çok uyan ülke Japonya oldu.

Motorsiklet Kiralama

Japan Bike Rentals'dan BMW F800R'ı teslim alırken
Japonya'da motorsiklet kiralama hizmeti veren birkaç firma var. Bunlar arasında işini en güzel yapan firma Japan Bike Rentals. (www.japanbikerentals.com) Firmanın sorumlusu Jonathan, tüm rezervasyon işlemlerinde, seyahatimizde bize yardımcı olacak her türlü ekipmanın tedarikinde mümkün olduğu kadar yardımcı oldu. Jonathan aslen Avusturalyalı. Bu nedenle diğer firmaların aksine, İngilizce konusunda hiçbir sorun yaşamıyorsunuz. Japonya'da yaşayacağınız en büyük problemlerden birisi de yabancı dil olacak. Japonlar çok eğitimli olmalarına rağmen, İngilizce ve diğer yabancı diller konusunda iyi değiller. Bu nedenle Jonathan'ın anadili olarak İngilizce konuşuyor olması çok büyük bir avantaj. Bunun yanında Japan Bike Rentals'ın motorsiklet envanterinin de çok zengin olduğunu söyleyebilirim. Biz henüz 8000 km'de 2014 model bir BMW F800R kiraladık. Web sayfasında, kiralayabileceğiniz tüm motorsikletleri görebilirsiniz. Kiralama süremiz 9 gündü. Motorsiklet tercihinize göre günlük 10.000 - 25.000 Yen arasında fiyatlar mevcut. (Günlük 250-500 TL)

Japan Bike Rentals, tamamen rezervasyon ile çalışıyor. Biz yaklaşık 4 ay öncesinden motorsikletimizi kiraladık. Motorsikleti kiralayabilmeniz için online olarak kredi kartıyla tam ödeme yapmanız gerekiyor. Ücrein %100'ünü rezervasyon aşamasında yatırmanız gerekiyor. Yurtdışı işlemlere açık bir kredi kartınızın olması gerekiyor. Kredi kartı limitinizin de yeterli olduğundan emin olun. Limitiniz yeterli olsa dahi, bankanız yüksek meblağlı online yurt dışı işleme onay vermeyebilir ya da onay için sizi arayabilir. Yapıkredi'nin World Card'ını kullandım ve online rezervasyon işlemini ve ödemeyi tamamladıktan yaklaşık yarım saat sonra Yapıkredi müşteri hizmetlerinden arandım ve işlem için onay verdim. Sürekli yurtdışı alışverişleriniz varsa, şüpheli işleme düşmeyebilirsiniz. Benim büyük meblağlı ilk alışverişim olduğu için şüpheli işlem kategorisine düşmüş ve müşteri hizmetleri onay için beni aradı. Eğer telefonunuza gelen çağrıya cevap vermezseniz, ödeme işleminiz gerçekleşmeyebilir. Ödemenizi gerçekleştirdikten sonra mail gelecektir. Mail gelmezse, mutlaka JBR'ı arayarak ödemenin gerçekleştiğini teyit edin.

Uluslararası Ehliyet

1949 Cenevre Sözleşmesine Uygun Uluslararası Ehliyet
Japonya'da turist olarak araç kullanabilmek veya kiralayabilmek için Uluslararası Ehliyet'e ihtiyacınız var. IDP (International Driving Permit, Uluslararası ehliyet) Türkiye'de Turing Türkiye tarafından verilmekte. Ehliyetiniz varsa Turing Türkiye'den 450 TL ücret karşılığında IDP alabiliyorsunuz. Müracatı şahsen veya bir başkası aracılığıyla yapabilirsiniz. Turing Türkiye'nin İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde veya İzmir, Antalya, Mersin gibi liman şehirlerinde ya da sınır kapısı olan şehirlerde ofisleri mevcut. Size en yakın yerden alabilirsiniz. Eğer şahsen müracat etmiyorsanız, ehliyetinizin orjinalini ve fotoğraflarını bir başkası aracılığıyla da Turing Türkiye ofisine ulaştırabilirsiniz. IDP, bir yıllık veriliyor. Bu nedenle seyahatinize yakın bir zamanda (birkaç hafta öncesinde) IDP alırsanız, aynı IDP'yi gelecek sene başka bir seyahatinizde de kullanabilirsiniz. IDP'yi müracat ettiğiniz gün hemen alabiliyorsunuz. Detaylı bilgi ve Turing Türkiye'nin size en yakın şubesi için web sayfasına bakabilirsiniz.

Japonya için IDP alırken dikkat etmeniz gereken en önemli husus ise, 1949 Cenevre Sözleşmesine (1949 Genove Convention) göre IDP almanız gerekliliği. Turing Türkiye, iki farklı uluslararası sözleşmeye göre IDP veriyor. Japonya için özellikle 1949 Cenevre Sözleşmesine uygun IDP talep etmeniz gerekmekte. Zira Japonya, diğer sözleşmenin tarafı değil ve diğer sözleşmeye göre alınan IDP'nin Japonya'da geçerliliği bulunmamakta.

Motorsiklet veya araç kiralarken sizden istenen ilk belge de 1949 Cenevre Sözleşmesine göre düzenlenmiş uluslararası ehliyet. Bu nedenle, rezervasyonunuza başlamadan önce mutlaka uluslararası ehliyetinizi hazır edin.

Japonya'da Trafik

Japonya, trafik kurallarına uymada belki de dünyadaki en katı ülkelerden biri. Yol boş olsa da karşıdan karşıya geçmek için yayalara yeşil ışık yanmasını bekleyen onlarca yayayı gördüğünüzde ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Otobanda 100 km/h hız sınırı geçen araç yok. Motorsikletlere ve yayalara azami saygı var. Bu nedenle güvenle motorsiklet sürebileceğiniz ülkelerin başında Japonya geliyor.

Japonya'da park kısıtlamaları çok fazla ve buna azami gayret göstermeniz gerekmekte. Öyle herhangi bir yerde kaldırım üstüne motorsikletinizi bırakamıyorsunuz. Sadece motorsikletlere özel park yerlerine motorsikletinizi park edebilirsiniz. Cadde üzerine park etmek diye bir kavram kesinlikle yok. Bu nedenle toplam seyahatiniz boyunca benzine ödediğinizden kat kat daha fazlasını park yerlerine ödemek zorunda kalıyorsunuz.

Japonya'da otoban bir lüks. Eğer şehirler arası hızlı seyahat etmek istiyorsanız otobanlar vazgeçilmez. Fakat 150 km'lik bir otobanın size maliyeti bazen 5000 Yen'i bulabiliyor. (Yaklaşık 130 TL). Toplam seyahatinizde otoban kullanımınıza göre, benzin masrafınızın 10 katına kadar bir ücreti otobanlara vermek zorunda kalabilirsiniz. Otobanların etrafı çoğunlukla yüksek ses ve yalıtım duvarları ile kaplı olduğu için, manzarayı görmek isterseniz otobanları kesinlikle tavsiye etmem. Diğer şehirlerarası yolları kullanabilirsiniz. Fakat şehirlerarası yollardaki trafiğin ortalama hızı 50 km/h. Çevreyi görerek gitmek istiyorsanız şehirlerarası normal yolları tercih edin ama bu, yolda geçirdiğiniz toplam süreyi kat be kat artıracaktır.

Japonya'da trafik İngiltere'deki gibi soldan akıyor. Buna ilk başta alışmak biraz zor olsa da, daha ilk 10. kilometreden itibaren hemen alışıyorsunuz. Trafiğin soldan akmasını aklınızda çok büyütmeyin. Çok çabuk alışacaksınız.

Trafik ile ilgili bir diğer husus da trafik ışıkları... Size ait trafik ışığı, her kavşakta sizin tarafınızda değil de, karşı tarafta bulunuyor. Yani trafik ışığı durduğunuz yerin üstünde değil, gideceğiniz yönde karşıda bulunmakta. Buna da hızlıca alışacağınızdan eminim.

Otoban kullanırken, otoban girişlerindeki kısıtlamaları mutlaka kontrol edin. Bazı otobanlarda motorsiklet sürmek yasak. Bazılarında sadece 125cc üstüne izin var. Bazılarında motorsiklete iki kişi binmek yasak. Tokyo merkezindeki tüm otobanlarda motorsiklete iki kişi binmek yasak. Buna mutlaka dikkat edin. Otobanlarda hızlı geçiş kartı (bizdeki HGS) kullanılabilmekte. Ama tüm otoban gişelerinde ayrıca nakit ödeme yapabileceğiniz gişeler de mevcut. Bu gişelerin bazıları otomatik. Yani parayı makineye atıyorsunuz ve geçiyorsunuz. Bazılarında ise (çoğunlukla kırsal kesimdeki otobanlarda) gişe memurları çalışmakta. Otomatik otoban gişelerinde ödeyeceğiniz para haricinde tüm yazılar Japonca. O nedenle ilk başta şaşırabilir, zorluk çekebilirsiniz. Yardıma ihtiyacınız olduğunda butona basarak yetkiliyi çağırabilirsiniz.

Otobanlara girişte daha kapıya gelmeden otomatik olarak biletiniz basılıyor ve cihazdan dışarı çıkıyor. Bu bileti saklamanız gerekmekte. Otoban çıkışında bu bileti göstererek veya cihaza yerleştirerek ödeme yapıyorsunuz.

Yeme / İçme

"Ekmek arası nodle"
Japon mutfağı bir hayli renkli. Küçük porsiyonlarda çeşit çeşit yemekler ve soslar önünüze gelecektir. Ekmek yok. Bu nedenle bu küçük porsiyonlarla doymak bir hayli zor. Her yerde 7/24 açık olan McDonalds ve Seven-Eleven'lar bulmak mümkün. Buralarda daha bildik menüler var. Aç kalmamak için buraları kullanabilirsiniz. Ayrıca adım başı içecek alabileceğiniz otomatlar bulunmakta. Su, kola, kahve, gazoz, meyve suyu gibi ihtiyaçlarınızı yol üstünde, hatta köy ve kasabalarda dahi bulunan bu otomatlardan karşılayabilirsiniz.

Japonya'da tuvaletlerden ücret alınmıyor. Umumi tuvaletler hem gayet temiz, hem de ücretsiz. Birçok umumi tuvaletin klozetleri ısıtmalı, sıcak sulu taharet muslukları ve bidetleri mevcut. Japonların tuvalet konusundaki hassasiyeti ve tuvaletteki hijyenini görünce bolca şaşıracaksınız.


Konaklama

Geleneksel Japon Misafirhaneleri
Japonya'da konaklama çok pahalı değil. Kasabalarda 5.000 - 10.000 yen arasında (120 - 250 TL), eski tarzdaki otellerde kalabilirsiniz. Bu otellere girişte ayakkabılarınızı çıkarıyorsunuz. Tıpkı camiye girer gibi. Çoğunlukla bu tarz oteller aynı zamanda kaplıca hizmeti de sunuyor. Batı tarzındaki oteller ise 10.000 ile 25.000 Yen arasında. (250-500 TL). 9 günlük seyahatimizin çoğunluğunda geceleri çift kişilik otellerde kaldık. Bunlar içinde en lüksünden (kral dairesi), en eski tarza kadar geniş bir yelpazede tercih yaptık. Toplam otel masrafımız 2000 TL tuttu. Bu da "pahalı" kabul edilen Japonya'nın aslında o kadar da pahalı olmadığının bir kanıtı. En azından Türkiye ile benzer fiyatlar olduğunu söyleyebiliriz.

Gidiş - Dönüş

Qatar Havayolu ile Uçuş
Uçak bileti konusunda her bütçeye göre seçenekler mevcut. THY, Tokyo'ya doğrudan uçuş imkanı sağlıyor ama fiyatlar çok pahalı. Eğer aktarmalı gidiş sizin için problem değilse, daha ekonomik seçenekleri de değerlendirebilirsiniz. Biz Qatar Airways'i tercih ettik. İki kişi, gidiş dönüş 3.000 TL gibi bir rakama biletlerimizi aldık. Qatar Airways, Katar'da Hamad havaalanı aktarmalı uçuşlar gerçekleştiriyor. İlk olarak İstanbul - Hamad, sonrasında Hamad - Tokyo uçuşu var. Genel olarak Qatar Airways'in sunduğu hizmet de gayet kaliteli. Uçaklarda istediğiniz filmi izleme, istediğiniz müziği dinleme, USB çıkışından telefon/tabletinizi şarjetme, yine koltuk arkasındaki ekrandan oyun oynayabilme gibi seçenekler mevcut. Bunun yanında uçuşta verilen yemek de gayet güzel, THY kıvamında.

Tokyo'da iki adet havaalanı var. Bunlardan birisi, Tokyo merkezine daha yakın olan Haneda havaalanı, diğeri ise daha uzakta olan Narita havaalanı. Ekonomik bilet aldığınızda, çoğunlukla uçuşunuz Narita'ya oluyor. Narita, İstanbul'un Sabiha Gökçen'i gibi... Ekonomik uçuşlar daima Narita'dan... Narita'da indiğinizde eğer akşam 19:00'dan önce inmişseniz, Skyliner isimli trenle 35 dakikada Tokyo merkezine ulaşabilirsiniz. Diğer durumlarda normal metro hattını kullanmak zorunda kalacaksınız ve her durakta durduğu için, bir saat gibi bir sürede ancak Tokyo merkezine ulaşabilirsiniz.

Bir sonraki başlıkta, Tokyo'da ulaşım ve Japonya'da gidilip görülmesi gereken yerler hakkında bilgi veriyor olacağım...